DOKUNMAK
Bir
“dokunuş” senfonisidir çalıp duruyor beynimde. Günlerdir dokunmaya dair bilimin
en son buluşlarından, ruhsal ve fiziksel dokunuşlara kadar yazdığım sayfalar
dolusu metin oldu arşivde. Kiminin notasını beğenmiyorum, kiminin kokusunu
hafif buluyorum, kimi canımı yakıyor, kimi uçarı…
Eninde
sonunda kendime dönüyor sözcüklerin keskin uçları. Hüzünle dolu bir buğu
yerleşiyor göz çukurlarıma. Kâğıda düştü düşecek. Sus diyorum içime, biz ne
zaman açık ettik derdimizi…
Mizahın
yumuşak güleç kollarına bırakıyorum beynimi. Toprağın yağmuru içine emişi gibi,
gözlerimdeki buğunun geri çekilişi. Bir ışıltı beliriyor bulutların arkasından.
Güneş açıyor.
“Eee,
nedir konu başlığın? Elleşmek mi diyorsun?” Komik şey, yapıyor yapacağını.
Yüzüme ufak bir gülümseme yayılıyor. Dertlerin hepsini halının altına
süpürüveriyor. (Ama halının altını ben biliyorum.)
“He
ya,” diyorum yaydıra yaydıra. “Biliyor musun, aslında atomik seviyede hiçbir
nesne birbirine temas etmezmiş.”
“Sahi
mi? Desene boşuna gazoza ilaç atmış Nuri abimiz.”
Gazoz
ve Nuri abi deyince aklıma, Türk sinemasının mağdur fakat mağrur; “Bedenime
sahip olabilirsin ama ruhuma asla!”
diyen genç kızları geliyor.
Durur
mu benimki yapıştırıyor cevabı. “Ruhuna bakan kim a kızım. Ruhunun memeleri mi
var sanki?”
Beynimin
zor zamanlarda ortaya çıkardığı mizah duygusu, gözlerime bakıyor. Gülmemi
bekliyor, istiyor ki devam ettireyim, bir espri de ben ekleyeyim.
Yok
olmuyor. Namussuz hüzün, bırakmıyor elimi. Sanırım bu kez yeniliyorum kendime.
Kendi dokunuşlarımda eriyorum.
Atomik
seviyede hiçbir nesne birbirine asla temas etmezse etmesin. Duygular nesne
değil ki bu bilimsel buluşun etkisiyle geri çekilsin. Hem bir ruhun bir diğer
ruha dokunuşu ne el ister, ne temas. “Ortada
bir yatıp yuvarlanma var ama,” (Çırpınıyor mizahi taraf, ama gülümsetmiyor,
ne yazık…)
Düşünüyorum
da aslında soyut ya da somut hiçbir olgu birbirine temas etmiyor. Duygusal
dokunuşlar kişinin kendisiyle ilgili. Yaranın açılmaya gönlü varsa, el çek tabip derdimden oluveriyor.
Düşmanın taşı değil, dostun attığı gül yaralıyor…
(Ve
ben dokunuş adını verdiğim eserin piyano tuşları arasında serçe parmak
yetersizliği yaşıyorum.)
“Dur,
dur hele,” diyor beynim. Anlaşılan mizahtan başka bir şey bulmuş. Kulak
kesiliyorum. “Seni gülmekten de ağlatmaktan da uzaklaştıracak bir şey buldum.
Bak buraya!”
Elinde
benim daha evvel kaleme aldığım bir söz dizisini tutuyor. Okuyorum:
“İnsan
ruhuna en derin ve en etkili dokunuşun sahibi eğitimdir.”
İşte
bu!
İşte
bu çıkarır beni hüzün dehlizinden. Aklımı başıma getirmenin en kestirme yoludur
bildiğim, üstüne titrediğim konu ve mesleğim.
İşte
bu konuda yazar, ha yazarım. Anlatacak binlerce sihirli dokunuş tekniklerim var
ceplerimde. Hepsinin kökleri saf sevgi toprağından besleniyor. Saygıyı da elden
bırakmıyor elbette.
Ve
toparlıyorum kendimi. Kimdi ağlamaklı olan bakayım?
Sahi
neydi halının altına süpürdüklerimiz?
Neyse,
başka zaman bakarız. :)
Yorumlar
Yorum Gönder