Üç kalem üç tat...

Üç isimden söz edeceğim bu yazımda:
Nobel ödüllü yazarımız, Orhan Pamuk
Yerlere göklere sığdırılamayan, Elif Şafak
İki romanı yayınlanmış, Ata Kemal Şahin
Vurgulamak istediğim ana nokta ise, küresel güçlerin medya yolu ile neyi ya da kimi isterlerse onu bize kaktırdıkları!...
Bize kimleri nasıl okuttuklarını ve asıl hangi değerlerden mahrum kaldığımızı gösterebilmek için de yukarıdaki yazarların kalem güçlerinden, yani yazdıklarından parçalar sunacağım.
Öyle ya, asıl yazarı yazar yapan, onun kalem gücüdür. Kalem gücü dediğimiz yetenekse, yazarın olayları, üçüncü gözüyle görüp akıl ve yürek süzgecinden geçirerek en can alıcı şekilde ifade edebilmesidir. Okurun, zorlanmadan algılayabildiği, kendiliğinden içselleştirip özümseyebildiği sözcüklerle... Bunun adı, iyi yazar olmak. Mükemmel yazar olmanın tanımında, okurun bilinçaltına girebilmek vardır ki bunu yapabilen yazarlar zaten klasik olurlar.
Bir başka deyişle, her yazarın kendine has bir tadı vardır. Yukarıda adlarını saydığım yazarların bende bıraktıkları tatları salata çeşitlerine benzeterek anlatmak istiyorum. Salata kadar basit görünen, ama tüm yemeğin görsel ve lezzetsel ahengini sağlayan çeşni ile…

Orhan Pamuk çiğden yapılmış semizotu salatası bende. Kavrulmamış, yoğurdu süzülmemiş, sarımsağı unutulmuş, sası semizotu salatası. Medya’da çok beğenilen bir paragrafını alıntılıyorum:

Midemden, sırtımdan, ta bacaklarımdan çeşitli yönlerde nefesimi kesen bir güçle hareket eden acımdan kaçacak, onu hafifletecek bir şey yapacak gücüm kalmamıştı. Bunu fark etmek içimdeki yenilgi duygusunu artırıyor, bu da aşk acısı kadar sert ve içe dönük bir pişmanlık acısını harekete geçiriyordu.”  (Masumiyet Müzesi’nden alıntı)

Acının tarifi bu mudur? Fiziksel acının ruhsal boyuttan yansıması böyle mi olur? Siz böyle mi anlatırsınız acıyı? Böyle mi yaşarsınız?

Elif Şafak, Orhan Pamuk’tan daha farklı bir tada sahip. Havuç salatası tadı bırakıyor damağımda. Yarı haşlanıp küp doğranmış havuçlar mayoneze bulanmış. Üstüne zeytinyağı gezdirilmiş, bir iki tane de zeytinle süslenmiş. Görüntüsü fena değil ama yedikçe saman yiyormuş hissi veren bir tat. 

Meşhur romanı Aşk’tan bir paragraf:

“Derken belli belirsiz bir müzik sesi geldi. Önce uzaklardan süzülen bir yankı gibiydi; giderek ivme ve cezbe kazandı. İnsanı kendinden geçiren, can veren bu sesi dinlerken seyirciler kıpırdanmayı, fısıldaşmayı kesti. Herkes nefesini tuttu.”

Meydana toplanmış insanların, ilkin uzaktan duyulmaya başlanan ve giderek kendilerine doğru gelen, herkesi susturacak kadar efsunlu bir müziğin başlangıcından söz ediyor, Şafak. Ama müzik tınılarını okur olarak ben duyamıyorum! Kulaklarımın sağır oluşundan değil, o meydana beni sokamadığından. İkinci Dünya Savaşına ait belgesel izliyormuş hissine kapılıyorsunuz. Olayın içinde değilsiniz. Fareli Köyün Kavalcısı masalının fısıltısı bile gelmiyor kulağa…

Ata Kemal Şahin, çoban salatası. İçindeki domatesin kırmızılığı olabildiğine doğal, biberin acısı alabildiğine kırmızı. Soğanı, soğan lezzetinde; yeşili, doğal yeşil. Asıl lezzeti veren tat ise karışımdaki sos. Dünyanın her köşesinden, özellikle de unutulmuş aktarların gizli kilerlerinden çalınmış baharatlardan kullanılarak yapılmış özel bir tat. Bizim toprağımızın ürünleri, evrensel bir sosla ikram edilmiş gibi duruyor.  

“ ‘Bu şehri seviyorum’ diye geçirdi içinden. En çok da yazı yakıştırırdı ona. Hiçbir şey gizlemez, hüzzam mırıldanırdı sokakları. Kırmızının eşsiz tonlarını denize sererek batıyordu güneş. … Güneşi hep aynı noktadan uğurlamayı severdi. N’olur bekle, diye yırtındığı da çok olurdu ardından! Beklemezdi güneş tabii. Gazanya’nın yaprakları gibi kapatırdı ruhunun kapılarını. Ama bilirdi, yeni bir sahnede rol çalacaktı seherle birlikte.”

Hüzün sözcüğü kullanılmadan, muhayyilenize sessizce sızan hüznü duyuyor musunuz? Sözünü ettiğim sos, işte o! Ne Elif Şafak’ta ne de Orhan Pamuk’ta bulunmayan sos.

Amacım, ünlü yazarlarımızı yermek değil. Ata Kemal Şahin yerine, adaşı Kemal Tahir’den de örnek verebilirdim. Yahut da Nobel’i binlerce kere hak ettiğine inandığım Yaşar kemal’den de. Asıl mesele, dünyaya kimi, ne kadar tanıtacaklarına karar veren global işbilirlerin farkına varmak.

Okuduklarımız, gerçekten okumak istediklerimiz mi?


Yorumlar

  1. Ata Kemal Şahin5 Kasım 2011 09:55

    Soopchinism Felsefesi'nin yaratıcısı, değerli dostum! Beni öyle mutlu ettiniz ki anlatamam! Satırlarınız bayram hediyesi oldu sanki:) Siz yuvadan gideli neredeyse 2 ay olacak ve biz kalanlar giden dostlarımızı çok özlüyoruz. Pişirdiğimiz aşın tuzu yok! Ben sık sık gelirim yeni evinizde sizi ziyarete de, aynı çatı altında olmanın tadı başkaydı. Kocaman teşekkürlerimle, sevgilerimi gönderiyorum size ve bol gülücüklü bayram günleri diliyorum. Sevgiler.

    YanıtlaSil
  2. Merhaba,Sırf bu yüzden çok okunanlara karşı temkinli olmuşumdur. "Secret" vardı bir ara yeregöğe sığmadı,birinde rastladım baktım baştan sona aynı illüzyon..Bayramınızı kutluyor esenlikler diliyorum.

    YanıtlaSil
  3. Sevgili Ata Kemal Şahin, bi kerem benim felsefem öyle İngilizce versiyonlu filan yazılmıyor :) Bildiğiniz 'Supçinizm' işte :) Ve yazdıklarımda zerre kadar abartı yok. Bilirsiniz beni, söz konusu kalem gücü ise, abartmam. Şu hayattaki tek vazgeçilmezim kalem. Yani okumak ve yazmak... Bol gülücüklü, neşeli bayram sona erdi burada. Umarım ve dilerim sizin bayramınız da bol gülücüklü ve neşeli geçmiştir.. Çok teşekkür ederim yorumunuza. Şimdi sizin Lucifer'ı bir okuyayım. :) İçimde kaldı vallahi. :) E. Supçin

    YanıtlaSil
  4. Sevgili Gülnihal, o temkinli oluşu çok iyi anlıyorum. Secret'ı ben okudum. :) Secret, kuantum vs gibi kitapların çoğunun Amerikan halkı için yazıldığını, çünkü Amerikan halkının direktiflerle yaşamlarını yönlendirebildiklerine dair de bir eleştiri okumuştum geçenlerde. Tabi o tarz kitaplar ne kadar yaygınlaşır ne kadar çok kitleye ulaşırsa, kitleleri yönlendirmek o kadar kolay olacaktır, sözünü ettiğim global iş bilirler için. Temkinli olmakta kesinlikle fayda var. Çok teşekkür ederim değerli yorumuna. Bakalım sen neler yazmışsın son olarak. Bir de senin sayfaya gelip bakayım :) İçten sevgi, saygı ve selamlarımla... E. Supçin

    YanıtlaSil
  5. be şehri sevmemek , seni sevmemek mümkün mü be ablacım ? yazılarını zevkle ve özlemimi dibine kadar gidererek okuyorum ablam. sevgilerle...

    YanıtlaSil
  6. "Ablam" yazan ellerin dert görmesin canım benim! İyi ki varsın ablasının bir tanesi!! Sevgimle sana, ta en derinden...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder